AARHUS SÖZLEŞMESİ VE TÜRK MEVZUATI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

AARHUS SÖZLEŞMESİ VE TÜRK MEVZUATI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Av. Anıl Coşkun

Danimarka’nın Aarhus kentinde Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu tarafından imzaya açılan Aarhus Sözleşmesi (“Sözleşme”) 30.10.2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme çevresel konularda bilgiye erişim, çevresel karar verme sürecine halkın katılımı ve yargısal başvuru bölümlerinden oluşmaktadır.

I. Sözleşme’nin Amacı

Sözleşme’nin amacı, çevreyi koruyarak, insanların sağlıklı bir şekilde yaşamalarını sağlamak ve gelecek jenerasyonlara yaşanılabilir bir dünya bırakmaktır. Sözleşme’ye taraf devletler, çevresel konularda bireylerin bilgiye erişimini sağlamak, çevresel karar verme sürecine halkı dahil etmek ve çevresel konularda yargı yolunu açık tutmak durumundadırlar.

II. Sözleşme’nin Genel Kuralları

Sözleşme’nin genel kurallarına 3. maddede değinilmiş ve sözleşmeye taraf devletlerin uymak zorunda oldukları kurallar belirlenmiştir.

Sözleşme’nin 3. maddesinin 2. fıkrasında taraf devletlerin, sözleşmenin uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almaları ve halkın çevreyi ilgilendiren kararlara katılımını sağlamalarının gerekliliği vurgulanmıştır.

3. maddenin 4. fıkrasında ise, çevreyi korumayı amaçlayan dernek, organizasyon veya grupların kamu kurumları tarafından tanınmaları ve desteklenmelerini teşvik etmek ve ulusal mevzuatları buna uyarlamanın, taraf devletlerin asıl yükümülülüklerinden biri olduğu vurgulamıştır.

İlgili maddenin 8. bendinde değinilen bir diğer önemli husus ise, çevreyi koruma bilinci ve amacı ile hareket eden kişilerin Sözleşme kapsamındaki faaliyetlerinden dolayı herhangi bir idari veya cezai yaptırıma tabii tutulmamalarıdır.

Son olarak bahse konu maddenin 9. bendinde, gerçek veya tüzel kişilerin Sözleşme’den kaynaklanan haklarını vatandaşlık, milliyet ve ikametgah ayrımı yapılmaksızın kullanabilecekleri belirtilmişir. Buna göre gerçek veya tüzel kişiler, her ne sebeple olusa olsun bulundukları çevre hakkında bilgi edinmek ve çevreyi ilgilendiren konulardaki kararlara katılma hakkına sahiptirler. Bu haklarını kullanmaktan mahrum bırakılamazlar.

III. Çevresel Bilgilerin Paylaşımı

Sözleşme’nin 4. maddesine göre, taraf ülkeler çevresel bilgileri, başvuru olması halinde kendi ulusal mevzuatları kapsamında paylaşmakla mükelleftirler.

Çevresel Bilgi Nedir?

Sözleşme’nin 2. maddesinin 3. fıkrasında çevresel bilginin tanımı yapılmıştır. Buna göre çevresel bilgi, (a) hava, atmosfer, su, toprak, yer, doğal yaşam alanı, yaşayan tür çeşitliliğinin varlığı ve sayısı ile geni değiştirilmiş organizma ve bunlar arasında karşılıklı etkileri, (b) enerji, ses ve radyasyon gibi faktörler veya yukarıda sayılan canlıları etkileyecek idare işlemler, çevresel konuları içeren andlaşmalar, politikalar, yasalar ve çevresel planları, (c) insan sağlığını ve güvenliğini, hayat şartlarını, yaşam alanlarını, kültürel yerleri etkileyen unsurlara ilişkin her türlü yazılı, görsel, işitsel ve diğer biçimdeki bilgidir.

Bilgi Edinme Başvurusu

Gerçek veya tüzel kişiler, bulundukları çevre hakkında bilgi edinme hakkına sahiptirler. Yaşanılan çevrenin korunması ve toplumun bilinçlenmesi bakımından çevre hakkında bilgi edinilmesi son derece önemlidir. Gerçek kişi veya tüzel kişiler bilgi edinebilmek için idareye başvuruda bulunmalıdırlar. İdare, Sözleşme kapsamında çevresel bilgi edinme başvurusuna ivedilikle cevap vermek durumundadır.

Sözleşme’nin 4/2. maddesinde başvuruya cevap verme süresi, başvurunun gerçekleşmesinden itibaren 1 (bir) ay ile sınırlandırılmıştır. Ancak bu süre talep edilen bilgilerin kapsamına göre 2 (iki) aya kadar uzatılabilecektir. İdare, başvurunun cevaplanması ile ilgili sürecin uzamasına neden olan etkenleri başvurucuya bildirmelidir.

Çevresel Bilgi Edinme Başvurusunun Red Edilmesi

Başvuru talepleri, idare tarafından Sözleşme’nin 4. maddesinin 3. fıkrasında sayılan haller mevcut olduğu takdirde reddedilir. Başvurunun reddedilmesine sebebiyet veren durumları saymak gerekirse:

Bilgi talep edilen makamın, istenilen bilgilere sahip olmaması,
Başvurunun art niyetli kullanıma açık olması,
Başvurunun kamu yararına zarar verecek nitelikte olmasıdır.

Buna karşın Sözleşme’nin 4. maddesinin 4. fıkrasına göre, çevre hakkında bilgi talep edilmesinin olumsuz sonuçlar doğuracağı durumlarda başvurular reddedilir.

Bu durumlar Sözleşme’de özetle şu şekilde belirtilmiştir:

Bilgi paylaşımı, vatandaşın kamu kurumlarına duyduğu güveni sarsacak nitelikte olması durumunda,

Bilgi paylaşımının, uluslararası ilişkileri, ulusal güvenliği ve kamu güvenliğini olumsuz etkileyebilecek nitelikte olması halinde,

Hali hazırda devam eden yargı işlemlerindeki tarafsız yargılamanın olumsuz etkilenecek olması halinde, adil yargılamanın veya etkin soruşmanın yapılmasının engellenmesi ihtimalinde,

Hukuki koruma altında olan şirket ve işletme sırlarını ve ekonomik bilgilerin korunması gerekliliğinde,

Fikri mülkiyet haklarının ihlal edilebileceği durumlarda,

Gerçek kişiye ait özel bilgilerin veya dava konusu bilgilerin kişinin rızası olmadan paylaşılmasının ulusal mevzuatın koruması altında olduğu takdirde,

Hukuki yükümlülüğü olmamasına rağmen bilgileri saklayan kişinin rızası olmaması halinde,

Türüne ender rastlanılan hayvanların yaşama ve üreme alanlarının olumsuz etkileneceği durumunda.

İlgili maddenin son fıkrasında, söz konusu bilginin çevreye emisyon salımına yönelik olması halinde yukarıda sayılan başvurunun red edilmesi sebepleri dar yoruma tabi tutulmalıdır.

Çevresel bilgi talebi başvurusunu yeterli bilgiye sahip olmadığından dolayı red eden idare, başvurucuya, en kısa sürede hangi idareden bilgi alabileceğini belirtmeli veya başvuruyu bilgiye sahip olduğunu düşündüğü idareye iletmelidir.

Başvurunun yazılı olarak yapılmış olduğu durumlarda, başvuru red edilmiş ise bu durum yazılı olarak başvurucuya bildilirilmelidir. Ayrıca yapılacak bildirimde, başvurunun red edilmesi sebepleri de bulunmalıdır.

İdareye iletilen başvuru, 4. maddenin 7. fıkrasına göre 1 (bir) aylık süre içerisinde neticelendirilmelidir. Ancak talep edilen bilginin kapsamına göre, bu süre 2 (iki) aya kadar uzatılır ve başvuru bu durumda haberdar edilir.

 

4. Çevresel Kararlara Halkın Katılımı

Sözleşme’nin giriş kısmında halkın çevresel karar alma sürecine katılmasının faydaları belirtilmiştir. Buna göre çevresel kararların alınması sürecinde halkın görüşüne başvurulması, halkın yaşamını sürdürdüğü çevredeki yatırımlarda söz sahibi olmasını ve doğaya ve çevreye zarar verilmesini önleyecektir. Ayrıca halkın çevresel kararlarda söz sahibi olması, halkın çevresel konularda bilinçlenmesini sağlayacağı gibi halkın taleplerinin idareye bildirilmesi imkanını da sağlar. Böylelikle karar alma süreçlerinde idarenin sorumluluğu artacaktır ve karar alma süreçleri şeffaf bir şekilde yapılabilecektir.

Sözleşme’de halkın çevresel kararlara katılımı süreci 6 ila 8. maddelerde belirtilmiştir. Bahse konu süreç Sözleşme’de üç başlık altında düzenlenmiştir. Buna göre:

6. maddede halkın belirli faaliyetlere ilişkin kararlara katılımı düzenlenmiştir,
Halkın çevresel planlama, çevre plan ve politikalarına katılımı süreci 7. maddede belirtilmiştir,
Çevreyi ilgilendiren konulardaki yasal düzenlemelerin ve/veya genel olarak hukuken bağlayıcı normatif araçların düzenlenmesi esnasında halkın bu çalışmalara katılması Sözleşme’nin 8. maddesinde açıklığa kavuşturulmuştur.

İlgili düzenlemeleri tek tek ele alarak halkın çevresel kararlara katılım sürecini incelemek, Sözleşme’yi daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.

 

Halkın Belirli Faaliyetlere İlişkin Kararlara Katılımı Süreci

Çevresel kararlara katılım sadece halka özgüdür. Halk, Sözleşme’nin 2. maddesinin 4. fıkrasına göre, en az bir gerçek veya tüzel kişiyi ve bunların ulusal hukuk veya dernek, organizsayon veya birlikleridir. Sözleşme’nin 2. maddesinin 5. fıkrasına göre ilgili halk ise, çevresel karar alma sürecinden etkilenen ve etkilenecek olan veya herhangi bir menfaati zarar görecek olan halktır.

Halkın belirli faaliyetlere ilişkin karara katılımı süreci daha önce belirtildiği üzere Sözleşme’nin 6. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre:

Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, Sözleşme’nin Ek-1’inde belirtilen faaliyetler kapsamındaki kararlara halk katılımının mutlaka sağlanması gerekmektedir. Ek-1’e bakıldığında bu fıkra kapsamı, enerji sektörü (nükleer santrallerin yapımı ve demontajı, doğalgaz rafinerisi inşaası, petrol ve doğalgaz üretim ve dağıtım rafineresi, radyoaktif atıkların tesisi), metal ve kimyasal ürün üretimi ile ilgili işletme tesisleri ve sanayi atıklarının depolanması tesisleri inşaasıdır.

Aynı maddenin (b) bendinde Ek-1’de yer almayan faaliyetler çevreye önemli etkide bulunacak ise, bu kararlara da halkın katılımı sağlanmalıdır,
İlgili maddenin (c) bendinde ise, Sözleşme’ye taraf olan devletlerin kamusal güvenliğini sarsacak veya tehlikeye düşürecek konularda halkın çevresel kararlara katılımı engellenebilecektir.

İdare, çevresel konularda yapılacak olan değişiklikleri ve alınacak kararları, halkın katılımının sağlanması için zamanında halka duyurarak, katılımın gerçekleşmesini sağlamalıdır. İdare, halkın karar alma sürecine katılımı için gerekli materyali ve bilgiyi ücretsiz olarak halka sunmalıdır. Çevresel katılım sonucunda halktan alınan görüşler, ilgili faaliyetin akıbeti hakkında bağlayıcı nitelikte değildir. Söz konusu faaliyet hakkında nihai kararı sadece idare verecektir. İdare, vermiş olduğu kararı gerekçeli olarak halka bildirmelidir.

 

Halkın Çevre Plan Ve Politikalarına Katılımı Süreci

İdare, halkın çevresel karar alma sürecine katılabilmesi için ilk önce gerekli ve yeterli bilgi ve belgeyi halk ile paylaşmak zorundadır. Böylelikle halk, çevre planlamasına katılabilecek, çevre plan ve politika süreçlerinin şeffafça yürütülmesini sağlayacaktır. Halkın, çevre planlamasına ve çevre plan ve politika süreçlerine katılması Sözleşme açısından hayati önem arz etmektedir. Sözleşme’nin 7. maddesinde bu önem vurgulanmış ve taraf devletlerin halkın çevresel planlamaya katılımını sağlamaları için gerekli tüm işlem ve faaliyetleri yapmaları gerektiği belirtilmiştir.

 

Çevreyi İlgilendiren Konulardaki Yasal Düzenlemelere Halkın Katılımı

Çevreyi ilgilendiren konulardaki yasal düzenlemelerin ve/veya genel olarak hukuken bağlayıcı normatif araçların düzenlenmesi esnasında halkın bu çalışmalara katılması Sözleşme’nin 8. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre taraf ülkeler, çevreye önemli derecede etki edecek yasama süreçlerine halkı dahil etmek zorundadırlar.

Buna göre idare, gerekli katılımın sağlanabilmesi için şu şartları yerine getirmelidir:

Etkin bir katılımın sağlanabilmesi için sürelerin buna göre belirlenmesi gerekmektedir.
Yasa taslakları halk ile paylaşılacak ve halkın erişimine sunulacak,
Halkın yasama süreci hakkında bilgilenebilmesi için halka doğrudan veya temsili danışmanlık kuruluşları aracılığı ile görüş bildirme imkanı sağlanmalıdır.

Halkın, yasal düzenleme hakkında idareye bildirmiş olduğu görüşler idare tarafından en kısa süre içerisinde dikkate alınmalıdır.

 

5. Yargısal Başvuru Süreci

Sözleşme’ye taraf olan devletler, Sözleşme’nin ihlal edildiği durumlarda bu ihlalin giderilmesini sağlayacak veya halkın bu yöndeki başvurularını inceleyecek mahkeme veya ulusal mevzuata göre oluşturulmuş bağımsız ve tarafsız organların kurulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Böylelikle Sözleşme’de halka tanınan çevresel bilgilere ulaşım ve çevresel kararlara katılım süreçlerindeki haklar teminat altına alınmaya çalışılmıştır.

Sözleşme’nin ihlal edildiği hallerde başvurunun mahkemeye yapılması gerekirse, bu başvuru ücretsiz olmalıdır. İhlal başvurusunun mahkeme dışındaki bir kuruma yapılması gerektiği halde ise bu kurumun tarafsız ve bağımsız olması gerektiği gibi başvuruyu herhangi bir ücrete tabii olmadan hızlı bir şekilde değerlendirmelidir.

Yargıya başvuru sebepleri şunlar olabilir; (i) Sözleşme’de halka tanınan hakların kullanılmasının engellenmesi, (ii) Çevresel bilgiye ulaşım konusunda idarenin gerekli özen ve yükümlülüğü göstermemesi, (iii) Çevresel bilgi edinme başvurusunun idarece gerekçesiz bir şekilde reddedilmesi, (iv) Halkın çevresel karar alma süreçlerine katılamaması.

Sözleşme’ye taraf ülkeler yargı sürecinin düzenli bir şekilde işlemesini sağlayarak, Sözleşme’de koruma altına alınan hakların ihlalini engellemelidirler.

 

6. Sözleşme’nin Türk Mevzuatı Açısından Değerlendirilmesi

Türkiye Cumhuriyeti (“Türkiye”) hali hazırda Sözleşme’ye taraf değildir. Türkiye’nin Sözleşme’yi imzalamamasının sebebi olarak, vatandaşlık, milliyet ve ikametgah ayrımı yapılmaksızın herkese tanınan bazı hakların, ülkemizin egemenlik haklarına zarar verebileceği ve yatırımların yavaşlaması, Güneydoğu Anadolu Projesinin sekteye uğrayacak olmasıdır.

Sözleşme’de düzenlenen bazı haklar, Türk iç hukukunda farklı mevzuatlar aracılığı ile düzenlenmiştir. Bu aşamada ulusal mevzuatımızda yapılan düzenlemeleri farklı başlıklar incelemek ulusal mevzuatımız ile Sözleşme arasındaki farkları kavramımızı kolaylaştıracaktır.

Bilgi Edinme Hakkı

Burada ilk olarak değinilmesi gereken husus Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’dır (“Anayasa”). Anayasa’nınn 74. maddesine göre, vatandaşlar ve karşılıklılık ilkesi gözetilmek şartıyla yabancıların kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında ilgili kamu kurum ve kuruluşlarından veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden başvuruda bulunma hakkına haizdir. Bireylerin kendileri ile ilgili başvurularının sonucu gecikmeksizin idare tarafından kişilere bildirilir.

Bunun dışında Bilgi Edinme Hakkında Kanunu’nda (“Kanun”) halkın kamu kurum ve kuruluşlarının yapmış olduğu işlemlerden bilgi sahibi olma hakkı düzenlenmiştir. Kanun’a göre, demokratik ve şeffaf yönetimin gerekliliği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakları düzenlenmelidir.

Bilgi kavramını tanımlamak gerekirse bilgi, Kanun’un 3. maddesinde belirtildiği üzere kamu kurum ve kuruluşlarının sahip olduğu her türlü veridir.

Kanun’un 4. maddesine göre, herkes bilgi edinme hakkına sahiptir. Türkiye’de ikamet eden yabancılar kendileriyle ilgili olmak kaydıyla ve karşılıklılık ilkesi çerçevesinde Kanun’un 4. maddesinde kendilerine tanınan bilgi edinme haklarını kullanabilirler. Karşılıklılık ilkesi uyarınca bilgi edinme hakkına sahip ülkeler, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve Buna Bağlı Yönetmelik Uyarınca Karşılıklılık İlkesi Kapsamında Bulunan Ülkeler Hakkında Tebliğ’de belirtilmiştir.

İdarenin yapmış olduğu işlemler hakkında bilgi verme yükümlülüğü ise, Kanun’un 5. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre kamu kurum ve kuruluşları, başvuru üzerine her türlü bilgi ve belgeyi başvuranların bilgisine sunmalıdır. Ayrıca yapılan başvurular süratli bir şekilde incelenerek, başvurucular sonuçtan haberdar edilmelidir. Başvuruların sonuçlandırılması 15 (onbeş) iş günlük süre içerisinde gerçekleştirilmelidir. Kanun’un 11. maddesinde belirtilen koşullar olduğu takdirde bu süre 30 (otuz) güne kadar uzatılabilecektir.

Bilgi edinme hakkının sınırlandırılmasının sebepleri ise şunlardır; (i) Yargı denetimi dışında kalan işlemler, (ii) Devlet sırlarını içeren bilgiler, (iii) Ülkenin ekonomik çıkarlarına ilişkin bilgiler, (iv) İstihbarata ilişkin bilgiler, (v) İdari soruşturmalara ilişkin bilgiler,
(vi) İdari soruşturmaya ilişkin bilgiler, (vii) Özel hayatın gizliliği, (viii) Haberleşmenin gizliliği, (ix) Ticari sır, (x) Fikir ve sanat eserleri ile ilgili bilgiler başvurucular ile paylaşılmayacaktır.

Çevresel konularda halkın bilgiye ulaşımının düzenlendiği bir diğer mevzuat ise Çevre Kanunu’dur (“ÇK”). ÇK’nın 2. maddesine göre çevresel bilgi; “su, hava, toprak, bitki ve hayvan varlığı ile bunları olumsuz olarak etkileyen veya etkileme ihtimali bulunan faaliyetler ve alınan idarî ve teknik önlemlere ilişkin olarak mevcut bulunan her türlü yazılı, sözlü veya görüntülü bilgi veya veriden, oluşmaktadır.

ÇK’nın 30. maddesine göre, çevreyi kirleten veya bozan bir işlemden zarar gören veya haberdar olan herkes, yapılan işlemin durdurulmasını idareden talep edebilir.

Bilgi edinme istemi reddedilen başvurucu Kanun’un 13. maddesinde belirtildiği üzere, yargı yoluna başvurmadan önce kararın tebliğinden itibaren 15 (on beş) gün içinde Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu’na (“Kurul”) itiraz edebilir. Kurul, bu konudaki nihai kararını 30 (otuz) iş günü içinde verir. Kurum ve kuruluşlar, Kurulun istediği her türlü bilgi veya belgeyi 15 (onbeş) iş günü içinde vermekle yükümlüdür.

Görüldüğü üzere, ulusal mevzuatımızda halkın çevresel konularda bilgi edinebilme hakkı, Sözleşme’de olduğu gibi kapsamlı şekilde düzenlenmiştir. Kişilerin bu hakları Anayasa ve yasalar tarafından koruma altına alınmıştır. Bireyler bu haklarını idare nezdinde kullanarak, çevresel bilgi ve belgelere ulaşabilirler.

Halkın Çevreyi İlgilendiren Kararlara Katılımı Süreci

Çevresel konulara halkın katılımı sürecini içeren en önemli mevzuat Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’dir (“Yönetmelik”).

Yönetmelik kapsamında çevresel karar alma sürecine katılabilecek kişiler belirlenmiştir. Yönetmelik’in 9. maddesi uyarınca, halkı yatırım konusu proje hakkında bilgilendirmek üzere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (“Bakanlık”) tarafından belirlenen kurum veya kuruluşlar aracılığı ile belirlenecek yer ve tarihte, proje sahibinin de katılımıyla bir toplantı gerçekleştirilir. Bu toplantı Halkın Katılımı Toplantısı (“Toplantı”) olarak adlandırılır ve halkın ulaşabileceği merkezi bir yerde yapılması gerekmektedir. Bakanlık tarafından yetkilendirilmiş kurum veya kuruluşlar halkın katılımınıı sağlamak için halkı, toplantı yeri ve tarihi hakkında bilgilendirmelidirler.

Yönetmelik’e göre halk; “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Türkiye’de ikamet eden yabancılar ile ulusal mevzuat çerçevesinde bir veya daha fazla tüzel kişi veya bu tüzel kişilerin birlik, organizasyon veya gruplarıdır”. İlgili halk ise, “gerçekleştirilmesi planlanan projeden etkilenen veya etkilenmesi muhtemel olan halktır”.

Toplantıda, halkın proje hakkında bilgilendirilmesi ve görüşlerinin alınması sağlanır. Gerekli görüldüğü takdirde halktan yazılı görüş talep edilebilir.

Bunun yanında Bakanlık tarafından Çevre Etki Değerlendirmesi (“ÇED”) raporunu değerlendirmek üzere komisyon kurulacaktır. Bakanlık’ın görevlendirdiği kurum veya kuruluşlar ÇED raporunu hazırlamakla mükelleftir. ÇED raporunda yapılması planlanan projenin, çevreye olumlu veya olumsuz etkileri tespit edirelerek, çevrenin planlanan projeden olumsuz etkilenmesi engellenecektir. Yönetmelik’in 11. maddesinin 4. bendine göre, ÇED raporu halkın erişimine açık olmalıdır. İsteyen kişiler ÇED’i inceleyerek, Bakanlık’a görüş bildirebilirler. Bu görüşler Bakanlık tarafından dikkate alınır ve ÇED’e yansıtılır.

Yönetmelik’in 10. maddesine göre, Bakanlık tarafından kurulan komisyonun ÇED raporu hakkındaki değerlendirmeleri ve Toplantı neticesinde halktan alınan görüşler derlenerek ÇED raporu özel formatı hazırlanır.

Yönetmelik’in 12. maddesinin ilk bendine göre, komisyon ÇED’i değerlendirmek üzere toplanır. Bu toplantılarda, halkın ÇED raporu hakkında idareye sunmuş olduğu görüş ve önerilerin dikkate alınıp alınmadığı hususları değerlendirilir ve rapora son şekli verilir. Son şekli verilen ÇED, halkın görüşlerine sunulur ve halkın görüşü alınmak üzere 10 (on) gün boyunca askıda ilan ve internet aracılığı ile yayınlanır. Son olarak Bakanlık, halkın görüşleri doğrultusunda ÇED’te eksikliklerin giderilmesini veya ek çalışmalar yapmasını isteyebilir. Bakanlık, karar aşamasında halkın görüşlerini de dikkate alarak, ÇED’e olumlu veya olumsuz yönde karar verecektir.

Son olarak ÇK 3/e maddesine göre, “çevre politikalarının oluşmasında katılım hakkı esastır. Bakanlık ve yerel yönetimler; meslek odaları, birlikler, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşların çevre hakkını kullanacakları katılım ortamını yaratmakla yükümlüdür”.

Bu bilgiler ışığında Türkiye’nin, Sözleşme’ye taraf olmamasına rağmen halkın çevresel kararlara katılımını sağlamayı amaçladığını dile getirebiliriz. Lakin halkın çevresel karar alma süreçlerine katılımı ve görüş sunması idare açısında bağlayıcı nitelik taşımamaktadır. Kısacası idare yalnızca halkın görüşünü almak ve çözüm önerilerini dinlemekle yetinmemelidir. Halkın, sunmuş olduğu görüş ve öneriler idareyi bağlayıcı nitelikte olmalıdır. Anca bu şekilde Sözleşme’nin halka tanımış olduğu haklar ülkemizde de işlevsel kazanabilir. Bunun dışında ulusal mevzuatımızdaki bu gelişmeler çevre ve halk açısından oldukça önemlidir, ancak yeterli değildir.
Yargısal Başvuru Süreci

ÇK’nın 30 maddesine göre, “çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören  veya haberdar olan herkes ilgili mercilere başvurarak faaliyetle ilgili gerekli önlemlerin alınmasını  veya faaliyetin durdurulmasını isteyebilir”.

Bunun yanında İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (“İYUK”) 12. maddesi uyarınca, idari işlem neticesinde hakları ihlal edilen kişiler iptal davası açma hakkına haizdirler. Ayrıca İYUK m.10’a göre, ilgililer idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara müraacatta bulunabilirler.

Buna göre, çevreyi kirleten veya bozan bir faaliyetten zarar gören veya bu faaliyetten haberdar olan kişiler ilgili mercilere başvurarak, idarenin eylem ve işlemlerinin engellenmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasını sağlayabilirler.

Buna karşın ulusal mevzuatımız çevresel konulardaki yasa tasarılarında halkın veya sivil toplum örgütlerinin katılımına, Sözleşme’nin öngördüğü oranda yer vermemektedir. Bu kapsamda, ulusal mevzuatımız yanlızca ÇK’daki düzenleme ışığında çevrenin zarara uğraması hususunda ilgililere yargı merciine başvurma imkanı tanımaktadır. Fakat yasa tasarılarına halkın ve sivil toplum örgütlerinin aktiv olarak katılımı desteklenerek, çevresel konularda halkın söz sahibi olması ve bu konuda bilinçlenmesi hususunda önem verilmesi gerekmektedir.

Sonuç

Sözleşme’de çevreyi ilgilendiren konularda, halka ve sivil toplum örgütlerine çok geniş kapsamda haklar tanınmıştır. Buna karşın ulusal mevzuatımızda çevreyi ilgilendiren konularda halka tanınan haklar Sözleşme’ye nazaran daha dar kapsamdadır. Bunları tek tek incelememiz gerekirse:

Bilgiye erişim hususunda ulusal mevzuatımız, Sözleşme’ye benzer içeriğe sahiptir. Bu konuda Sözleşme ile Kanun arasında herhangi bir farklılık göze çarpmamaktadır.

Bir diğer husus ise, çevreyi ilgilendiren kararlara halkın katılımı mevzusudur. Bu konuda Sözleşme’de halka önemli haklar tanınmıştır. Halkın çevresel konulara kararlara katılımı süreci, idareyi bağlayıcı niteliğe kavuşturularak, halk tarafından alınan kararların veya halkın görüşlerinin idare tarafından dikkate alınması zorunluluğu getirilmiştir. Ancak bizim mevzuatımızda halktan görüş alınması sürecinin idareyi bağlayıcı niteliği yoktur. İdare, halktan alınan görüşler hakkındaki nihai kararı yine kendisi vermektedir.

Sözleşme ile mevzuatımız arasındaki en önemli fark olan halkın çevreyi ilgilendiren yasa tasarılarına, plan ve projelere dahil olması sürecidir. Yine bu süreçte ulusal mevzuatımız halka çok dar kapsamda haklar tanımaktadır. Bu hususunda, Sözleşme kapsamında değerlendirilerek, mevzuatımızın genişletilmesi gerekmektedir.
Son olarak halkın çevreyi ilgilendiren hususlarda yargı merciine başvurması sürecinde Sözleşme ile ulusal mevzuatımız arasında benzerlikler bulunmaktadır. Ancak Sözleşme’de halka veya ilgililer öngörülen yargıya başvurma süreci çok daha geniş kapsamlıdır.

Sonuç olarak ulusal mevzuatımız ve Sözleşme arasında birçok benzerlik olduğu kadar, ulusal mevzuatımızda geliştirilmesi gereken birçok hususta bulunmaktadır. Ancak bu hususlardaki gelişmelerin, ülke ekonomisine, yatırımlara, ülkenin milli egemenliği ve güvenliğine etkileri düşünülerek gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Sözleşme’nin tam manada ülkemizde uygulanmasının olumlu ve olumsuz yanları, bahse konu hususlar düşünülerek karar verilmelidir. Ancak Sözleşme’nin ülkemizde uygulanması sanayii ve nükleer alandaki yatırımları yavaşlatacağı gibi bunların engellenmesine de neden olacağı aşikardır.

***

Av. Anıl Coşkun